Dış ticaret, bir ülkenin diğer ülkelerle olan alışverişidir. Bağımsız ülkeler dış ticaret rejim ve uygulamalarını kendi lehlerine göre düzenler. Gümrük tarifeleri, kur politikası, dış ticaret anlaşmaları, kotalar gibi mevzular o ülkenin siyasi ve ekonomik hedeflerine göre belirlenir. Dış ticaret bu açıdan bakıldığında sadece kâr amacı güden basit bir takas anlayışından öte ülkelerin siyasi, askeri, kültürel ve ideolojik hesaplarını hayata geçirmek için kullandıkları en etkin vasıtadır.
Firmalar veya devletler ürettikleri mal ve hizmetlere öncelikli olarak içeride pazar ararlar. Uygulanan yanlış politikalar neticesinde tüketim hacminin yeterli düzeyde olmaması veya dahili pazarın istenilen büyüklüğe ulaşmamış olması, firmaları ve devletleri dış pazarlara yöneltmiştir. Şüphesiz dış ticaretin tek sebebi bu değildir. Ancak son yıllarda birçok firmanın dışa açılmasının sebebi içeride yeterli pazar imkanına sahip olamamasıdır.
Her ne kadar firmaların dış ticarette hedefi mal ve hizmet satmak olsa da, devletler için asıl hedef mal ve hizmet satmak değildir. Asıl hedef kendi mal ve hizmetlerine olan talepten yola çıkarak paralarının geçerli olduğu alanı büyütmek ve paralarını dış topraklarda konvertibl yapmaktır.
Bu sebeple ülkeler ihracat yaparken karşılığında kendi paralarını talep ederler. Aksi takdirde kendi paraları yerine karşı ülkenin para birimini veya üçüncü bir ülkenin para birimini kabul ettiklerinde bunun adı ihracat değil, yerli kaynakların başka ülkelere aktarılması olacaktır.
İhracatta yerli paranın talep edilmesi, ithalat yapan ülkenin de mal aldığı ülkenin parasını elde etmek için o ülkeye bir mal veya hizmet sunması demektir. Böylece dış ticaret ülkelerin karşılıklı olarak kendi ihtiyaçlarını mal ve hizmet takası yaparak karşılamasıdır.
Oysa başta ülkemiz olmak üzere gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkeler, ihracat yaparken kendi paraları yerine "hard currecy"(yabancı para) kabul ettikleri için ihracat yapmaya çalışırken sömürülmektedir.
Mesela biz ABD'ye ihracat yaparken sevinirken ABD ise bizden ithalat yaparken sevinmektedir.
Anlattıklarımızı şu iki örnekle açıklayabiliriz:
Örnek: 1. durum:
ABD'nin bizden buğday talep ettiğini varsayalım. Eğer bunun karşılığında TL istersek, ABD bu YTL' yi temin etmek için cari fiyatlarla örneğin ihtiyacımız olan bilgisayarı bize satmak zorundadır. Bilgisayar karşılığında 1000 YTL alan ABD, 1000 YTL'yi bize vererek 1 ton buğdayı alır. Sonuçta Türkiye bilgisayarını elde ederken ABD ise buğday alır.
2. durum:
ABD'nin buğday karşılığında bize 1000 Dolar verdiğini varsayalım. Bizim de bu parayı Merkez Bankamızın kasasında veya kendi topraklarımızda emisyonumuz yerine tuttuğumuzu varsaydığımızda -ki bugün ülkemizde olan bundan ibarettir- o zaman ABD kendisine baskı masrafının dışında hiçbir maliyeti olmayan kâğıt ile buğdayımızı elde ederken, gelirlerimizi kendisine transfer etmiş olmaktadır. ABD'nin yılda 600 milyar Dolar açık vermesine rağmen, halen ayakta kalmasının sebebi ithalatını kendi parası ile yapmasıdır.
Devletler ihracata karşılık kendi yerli paralarını talep etmez, ihracat ile turizm gibi faaliyetlerle elde ettiği dövizi emisyonunun yerine iç piyasada dolaştırırsa, ihraç ettiği ürünleri bedelsiz vermiş olacaktır. İhraç mallar karşılığında örneğin Dolar, emisyon olarak iç piyasada dolaşırsa o taktirde verilen ürünün karşılığında gerçekte ABD'nin karşılıksız Doları alınmış demektir ki bunun adı sömürülmektir.
Milli Ekonomi Modeli'nde dış ticaret bir sömürü araca olmaktan çıkartılıp alışveriş kurallarına göre yürütülecektir. İhracat, yerli paranın etki alanlarının oluşturulması için kullanılacaktır. Üretilen ürünlerin pazar bulduğu alanlar, aynı zamanda yerli paranın da kullanım alanı olacaktır. Kapitalist anlayışın dış ticaret konusunda çeşitli modelleri vardır.
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret rejimlerinin gelişmiş ülkelerin çıkarları doğrultusunda düzenlenmesini sağlamak için başta Karşılaştırmalı Üstünlükler, Mutlak Üstünlükler ve Faktör Donatımı Kuralı gibi teorileri o ülkenin ekonomistlerine ve siyasilerine kabul ettirmişlerdir. Bu teorilerin hayat bulduğu ülkelerin kaynakları, üretimleri ve gelirleri bu teorileri üreten gelişmiş ülkelere aktarılmıştır.
Kısaca bu görüşleri ele alırsak:
Karşılaştırmalı ve Mutlak Üstünlükler Teorilerine göre, ülkeler ucuza ürettikleri ve üstün oldukları malları üretip ihraç etmeli, üstün olmadığı yani pahalıya ürettiği malları ise üretmemeli ve ithal etmelidir.
Böylece bütün ülkeler malları ucuza üretip satacağı için herkes bu alışverişten kazançlı çıkacaktır (25).
Bu tavsiyelere göre hareket eden azgelişmiş ülkelerin, zamanla avantajlı oldukları ve hammadde bakımından zengin oldukları birçok sektörde iflas ettiklerini, krizden krize sürüklendiklerini ve küresel güçlere boyun eğerek onlara her alanda bağımlı hale geldiklerini görürüz.
Çünkü bir ülke maliyeti ne olursa olsun gıda, savunma, barınma, giyim, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını kendisi üreterek karşılayamı-yorsa, ayakta durması ve mevcudiyetini sürdürmesi mümkün değildir.
Aksi takdirde ülke açık pazar haline gelerek iktisadi ve siyasi bağımsızlığını kaybedecektir
Çin'nin başta enerji, hammadde, vergi gibi giderleri dünya standartlarının çok altına çekerek üreticisine destek olması sonucu Çinli firmalar birçok sektörde, bizden çok daha aşağıdaki maliyetlerle ürün satmaktadır. Bu mantığa göre bizim hiçbir şey üretmeyip daha ucuz olan Çin'den almamız lazım. ABD ve AB kendi çiftçisine yılda 100 milyarlarca Dolar üretim desteği verdiği için ABD ve AB tarım ürünlerini bizden daha ucuza mal etmekte. O zaman bu teoriye göre tarım ürünlerini de buralardan temin etmeliyiz.
Diğer taraftan IMF'nin de tarıma getirdiği tahditlerle beraber tarım sektörümüz tamamen devre dışı bırakılmaktadır. Çiftçimizin dünyanın en pahalı mazotunu, gübresini, tohumunu kullanarak üretim yapması neticesinde 4 YTL'ye mal ettiği buğdayın kilosuna devlet 3.50 YTL fiyat verdiğinde, Mukayeseli Üstünlük Teorisine göre ülkemizin buğday üretmeyip, daha ucuz fiyatı olan ABD'den alması gerekir. Oysa bu mantıkla birlikte gelişmekte olan ülkelerin tamamı açık pazar haline gelmektedir.
Mukayeseli Üstünlük Teorisi gereği "siz tarım ürünlerini üretin sanayi ürünlerini biz size satarız" şeklindeki öneriye Atatürk devlet üretme çiftlikleri kurarak ve bizzat traktöre binerek poz verirken, diğer taraftan Kayseri'de kurduğu uçak fabrikasından Belçika'ya uçak ihraç etmek suretiyle kapitalist anlayışın kurnazca oyunlarına gereken cevabı en güçlü bir şekilde vermiştir.
Liberal-kapitalist anlayışın, işgücü açısından zengin ülkeler, emek yoğun malları üretsin, sermaye bakımından güçlü ülkeler ise sermaye yoğun ürünler üretsin böylece her ülke sahip olduğu üretim faktörünün avantajını kullanarak üstünlük sağlasın şeklinde özetlenebilecek Faktör Donatım Teorisi de Mukayeseli Üstünlükler Teorisinin bir başka versiyonudur (26).
Hemen belirtelim ki, bu teori işçi ülke-efendi ülke kavramını doğurur. Bu anlayışa göre azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, bu teorinin sonucunda sanayileşen ülkelerin fasoncusu konumuna düşmüşlerdir. Diğer taraftan katma değeri düşük, çevreyi kirleten ve modası geçmiş üretim tekniklerine sahip fabrikalar işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere aktarılmıştır. Emeğin daha ucuz olduğu bir ülke bulununca da yatırımlar o ülkeye kaydırılmaktadır.
Hatırlanacağı gibi ülkemiz, tekstil, ayakkabı, deri gibi sektörlerde ABD ve AB ülkelerine bu nedenden dolayı ihracatçı konumunda iken, Çin'de ve Doğu Avrupa'da emek fiyatları aşağıya çekilince övünç kaynağımız olan bu sektörlerde çöküş yaşanmıştır.
Bu ve benzer görüşlerin uygulanması neticesinde, dış ticaret açığımız her ay rekor kırmaktadır. Uygulanan kur rejiminin de desteğiyle, kur düşük tutularak ithalat her alanda büyük boyutlara ulaşmış durumdadır.
2002 yılı ihracatımız 36.059 milyar Dolar iken, ithalatımız 51.554 milyar Dolar oldu. Dış ticaret açığımız ise 15. 495 milyar dolardı.
Bu açık 2003 yılında daha da arttı. İhracatımız 47. 253 milyar Dolar iken, ithalatımız 69. 344 milyar Dolar oldu. Dış ticaret açığımız ise 22.087 milyar Dolara çıktı.
2004 yılında ise büyük bir artışla dış ticaret açığımız 34. 419 milyar Dolara fırlarken, ihracat 63.121 milyar Dolar ithalat ise 97. 540 milyar Dolara ulaştı (27).
Yabancı sermayenin yaptığı ihracat ile yerli sanayiinin yaptığı ihracat da bir değildir. Çünkü yabancı sermaye ihracattan elde ettiği geliri içeride tutmaz.
Yabancı sermaye ile elde edilen gelirin ülke ekonomisine katkısı yerli sanayi ile aynı değildir.
Milli Ekonomi Modeli'nde yerli üretimin korunması öncelikli hedef olarak kabul edildiği için yerli üretime katkıda bulunacak veya sahip olunmayan kaynakların ithalatının önü açılacaktır. İhracat teşvikleri ile yerli üretici desteklenirken, dış pazarların bulunmasında devlet yerli sanayicinin önünü açacaktır.
Doğru bir para politikası ile yerli üretimlere dışarıda pazar bulmak mümkündür. İstenildiği takdirde sosyal devlet anlayışında olduğu gibi dış ticarette de pazarların bulunması mümkündür.
25- Prof. Dr. Erdoğan Alkin, iktisat, s. 269
26- İktisat'ın ilkeleri, Ortak Kitap, Alkım Yay., s.630-631, Ankara 1996
27- Bkz. Dış Ticaret Müsteşarlığı Verileri