Devlet ekonomiye müdahale etmeli mi? Yoksa etmemeli mi? Edecekse ne kadar etmeli. Belki de iktisat tarihinde üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri de devletin ekonomideki rolü olmuştur. Liberal anlayışa dayanan kapitalist modeller ekonominin kendi kendine dengeye gelebileceğinden yola çıkarak, devletin ekonomiye karışmasına karşı çıkmışlardır. Serbest piyasa hareketlerinin önünde bir engel olarak devlet görülmüş, küçültülmesinden yana tavır konulmuştur.
Sadece durağan dönemlerde piyasanın canlanması için kamu harcamalarını arttırıcı maliye politikaları izlemesini savunan Keynes bu harcamaların kaynağını faize dayandırdığı için sonuçta piyasada söz sahibi olan yine devlete para satan sermaye grupları olmuştur. Yani klasik model direkt devletin müdahalesine karşı çıkarak piyasayı belli sermaye gruplarının kontrolüne terk etmiş, Keynes modeli ise uyguladığı faiz anlayışı ile piyasaların ve hatta devletin belli başlı grupların kontrolüne girmesine zemin hazırlamıştır.
Biz konuya çok farklı bir açıdan yaklaşacağız.
Öncelikle şu soruyu kendimize soralım acaba kendi başına bırakılan piyasalarda üretim harcamalarından elde edilen gelir bu üretimi karşılayacak tüketimi oluşturabilir mi?
Bu sorunun cevabını para bahsinde vermiştik. Her zaman büyüyen ekonomilerde üretim ile tüketim arasında belli bir açık olacaktır. Eğer bu açığa müdahale edilmezse ekonominin zaman içerisinde kendi kendini dengelemesi mümkün değildir.
İşte üretim ile tüketim arasında ekonominin yapısından kaynaklanan bu açığın kapatılması ancak devlet tarafından yapılabilir. Devletin bu açığı kapatması piyasalar için bir zorunluluktur.
Milli Ekonomi Modeli'mizde devletin bu açığı kapatmak için uygulayacağı model Sosyal Devlet Projesi olarak ortaya konmaktadır. İleride sosyal devlet projesine değineceğiz. Ancak devletin ekonomideki tek vazifesi tüketim ile üretim arasındaki açığı kapatmak değildir.
Devletin bir diğer vazifesi de başta sermaye piyasaları olmak üzere piyasaları düzenlemektir. Büyük sermaye gruplarının kontrolüne bırakılan piyasalarda haksız rekabetin olması kaçınılmazdır. Tekelleşme sonucu ortaya çıkan yeni yapılanma hem verimsiz, hem de fiyatlar genel düzeyinin normal seviyesinin üzerinde olduğu bir ekonomik yapıyı da beraberinde getirecektir.
Büyük balık küçük balığı yutar anlayışına terk edilen piyasalarda zaman içerisinde büyük balıklarda açlıktan ölürler.
Devlet piyasalarda herkese hayat şansı verecek, herkesin çıkarını koruyacak olan hakemlik vazifesini ifa etmek zorundadır.
Devletin bir başka vazifesi de millete ait olan yeraltı ve yerüstü kaynaklarının milletin kullanımına açılmasını sağlamaktır.
Örneğin ülkenin herhangi bir yerinde bulunan petrol madeni bu milletin tamamına aittir. Ve milletin tamamına fayda verecek şekilde devlet tarafından işletilmelidir. Burada uygulanacak model devlet-millet ortaklığı olarak tarif edilebilir. Kurulacak şirketin bir kısmının hissesi vatandaşlara ait olmalı, diğer kısmının gelirini ise devlet kamu harcamaları için kendine ayırmalıdır. Ülkemiz açısından bakıldığında katrilyon Dolarlar düzeyinde bulunan yeraltı kaynaklarımızı devlet-millet el ele işletmek yerine son yıllarda çıkarılan kanunlarla yabancılara devretmekteyiz. Sonuçta hazine üzerinde oturan dilenci konumuna getirildik. Kaynaklarımızı devrettiğimiz yabancılardan, gidip faizle para alıyoruz. Bizim paramızı yine bize satıyorlar.
Devletin vazifelerinden bir diğeri de yatırım ve üretim için gerekli olan finansmanı sıfır faizle kendi vatandaşına sağlamak olmalıdır. Böylelikle hem üretimin önünü açacak, hem maliyetleri düşürecek, hem de kendi vatandaşları arasında fırsat eşitliği sağlamış olacaktır. Proje mukabili sağlanacak bu krediler başıboş bir şekilde değil, kademe kademe kontrol edilerek proje sahiplerine aktarılmalı hukuki müeyyideler ile işleyişi sağlanmalıdır.
Yine devlet, içeride ve dışarıda gerek sosyal devlet politikaları ile gerekse para politikaları ile kendi üreticisine pazar oluşturmakla mükelleftir. Bu pazarı oluşturmak üreticiye kredi sağlamaktan bile önemlidir. Çünkü ürettiğine pazar bulamayan üretici ürettiği oranda batacaktır.
Yine devlet kendisi bizatihi piyasalarda alıcı olarak rol alarak kamu harcamaları ile özellikle belli başlı sanayii desteklemelidir. Genel olarak ekonomiye talep arttırıcı katkısı olan kamu harcamaları aynı zamanda stratejik sanayiinin gelişmesi için de şarttır. Uçak sanayii, silah sanayii gibi bu türlü stratejik öneme haiz sektörlerde devlet alım garantisi ile yerli üretimi dışarısı ile rekabet edecek noktaya kadar en azından desteklemelidir. Ve yine silahtan, ileri teknoloji yatırımlarından daha önemli olan tarım sektörü de alım garantisi ile devlet tarafından desteklenmelidir.
Aynı zamanda devlet ileri teknoloji ve yüksek sermaye gerektiren sahalarda üretici olarak piyasada yerini almalıdır. Özellikle hammadde üretimini veya altyapı desteğini sağlayan sektörlerde devletin bizatihi üretici olarak bulunması fiyatların tekelleşmeden dolayı yükselmesini engelleyecek ve tek başına özel sektörün yapamayacağı büyüklükte yatırımlar sağlanarak ülke ekonomisi dışa bağımlı olmaktan kurtarılacaktır.
Özellikle kâr amacı gütmeyen altyapı yatırımlarının yine devlet tarafından sağlanması kaçınılmazdır.
Devlet aynı zamanda yerli sanayii korumak üzere her türlü anti-damping uygulamalarını, gümrük ayarlamalarını yaparak kendi insanını korumak zorundadır. Yerli sanayii korumak rekabeti engellediği için fiyatların yüksek kalmasına sebep olur mu, diye düşünülebilir.
Bu anlayış, diğer ekonomi modelleri için geçerli olabilir; ancak Milli Ekonomi Modeli sıfır faizle üretim desteği sağlayan bir modeli hayata geçirdiği için eksik kalan rekabet içerideki yeni yerli üreticiler tarafından rahatlıkla sağlanacak ve fiyatlar genel seviyesi istenilen düzeylerde olacaktır.
Yine devlet yerli sanayinin yurt dışında rekabet edebileceği maliyet ve fiyat avantajlarını kendi ihracatçısına emisyonla birlikte ihracat teşviki olarak sağlamak zorundadır.
Devlet kendi topraklarında kendi parasının dolaşımını sağlarken, yabancı paranın dolaşımını kontrol altına almak zorundadır. Aksi takdirde kendi insanının emeği, dolaşımda olan her yabancı para miktarı kadar yabancı ülkelere transfer edilmiş olacaktır.
Devletin küçülmesini savunanlar devletin topluma hizmet sunan yönünün küçülmesini isterler. Yoksa devletin kendi halkından vergi toplaması söz konusu olduğunda kayıtdışının kayıt altına alınması adı altında devletin elinin son derece güçlü bir şekilde halkının üzerinde olmasını savunurlar.
Devlet ile hane halkları arasında iki türlü etkileşim vardır. Bunlardan birincisi devlet vergi olarak alandır. Diğerinde ise sosyal ve kamu harcamalarında verendir.
İşte "devleti küçültelim" diyenler vergi toplayan devleti değil aksine halkına hizmet sunan devleti küçültmeyi kastederler. Çünkü ne kadar çok vergi toplanır ne kadar az harcama yapılırsa faize o kadar para aktarılacak global tefeciler ve onların yerli taşeronları o kadar kazanç elde edecektir.
Kapitalist anlayışta devletin tek gelir kaynağı olarak vergiler gösterilmektedir. Oysa Milli Ekonomi Modeli'mize göre devletin gelirleri üçe ayrılır. Birincisi vergi gelirleridir. İkincisi devletin kendi işletmelerinden elde ettiği gelirlerdir. Üçüncüsü büyüyen ekonomilerde devletin elde edecek olduğu senyoraj geliridir. Bu üçünün toplanması sonucu devletin girdileri oluşur.
G(v)=Vergi Gelirleri,
G(t)=İşletme Gelirleri,
G(s)=Senyoraj Gelirleri
GT=Toplam Gelir
HT=Harcamalar Toplaml
SD=Sosyal Devlet Katsayısı
GT=G(v) + G(t) + G(s)
Denk Bütçe: HT = GT
G(v)'nin G(T)'ye oranı ne kadar az olursa, hükümetler o kadar başarılı bir idare sergiliyorlar demektir. Çünkü önemli olan en az vergi ile devletin ihtiyaçlarını karşılayacağı yapıyı hayata geçirmesidir.
Devlet alan el değil veren el olmalıdır. Ülkemizde devlet denilince akla nerede ise sadece vergiler gelmektedir. Devlet sanki bir tahsilat kurumu haline getirilmiştir.
Buradaki senyoraj gelirinin ise hangi oranda olacağını senyoraj bahsinde detaylı olarak anlatacağız. Ancak senyoraj gelirinin artıyor olması ekonomideki büyümeyi, devletin işletmelerinden elde ettiği gelirlerin artması da ülkenin sahip olduğu kaynakların daha verimli bir şekilde kullanıldığını gösterir.
Temelde kendi milletine hizmet etmek üzere yapılandırılması gereken devlet, halkından topladığı vergileri, global tefecilere aktaran bir aracı kurum haline getirilmiştir.
Bugün kapitalist sistem adına devleti savunanlar bu tarzda bir devleti savunmaktadır. Bu anlayışlara göre devlet halkından aldığı paranın az bir kısmını yine halkına hizmet olarak aktarırken aslan payı faizle birlikte belli sermaye gruplarına aktarılmaktadır.
Oysa Milli Ekonomi Modeli'mizde devlet halkından topladığı vergilerden çok daha fazlasını (senyoraj ve üretim gelirleri) halkına hizmet olarak aktarmaktadır.
Devletin harcamalarının, topladığı vergilere oranına o devletin sosyal devlet katsayısı diyebiliriz. Ve SD = H (t) / G (v) olarak gösterebiliriz. O yüzden bu manada güçlü devlet demek güçlü millet demektir.
Bugünkü kapitalist anlayışa göre ise güçlü devlet tahsilatçı devlettir. Güçlü devlet zayıf millet manasına gelmektedir.