FAİZLİ / FAİZSİZ ÜRETİM DENKLEMİ
Faizin diğer ve en önemli tahribatı ise paranın stok edilip belli ellerde toplanmasına sebep olmasıdır.
Piyasada bulunan para faizle birlikte belli ellerde belli başlı global sermaye odaklarında toplanmaktadır. Bunun sonucu olarak piyasada herkesin ulaşabileceği bir şekilde bulunduğunda ekonomilerin ihtiyaç duyduğu tüketimi ve üretimi sağlayacak olan para, piyasadan çekilip stoklanmaya başladıkça bu vazifesini ifa edememektedir. Sonuç olarak talep daralması olarak baş gösteren kriz resesyon ve nihayet deflasyon olarak devam etmektedir.
Bu şuna benzer; her yıl dünyamıza yağan yağmur aynıdır. Ama eğer bu yağmur dünyanın her yerine orantılı bir şekilde değil de, birçok yerine hiç yağmazken bazı yerlerine aşırı yağarsa dünyanın birçok yeri çöl olur, az bir yeri de sel altında kalır; aynen bu şekilde ekonomide dolaşımda olması herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir şekilde piyasada bulunması gereken para bu konumunu kaybedip esaret altına alındığında ekonomi çöl haline gelecektir.
Herhangi bir şeyin stoklanmasında olduğu gibi paranın stoklanması da onun nominal değerini hak etmediği bir şekilde yükseltmektedir. Bu yükselişin iki büyük zararı vardır. Birincisi para piyasada istenilen oranda bulunmadığı için parayı elinde tutanlar ihtiyaç duyanlardan sadece faiz elde etmekle kalmıyor. Birçok siyasi ve politik isteklerini de elde ediyorlar. Bugün borç batağına batmış ülkelerin IMF ve global sermaye sahiplerinin her dediğine evet demek zorunda kaldığı bilinen bir gerçektir.
Bir örnek ile olayı açarsak, mesela çölde yolculuk yapan bir grup insan düşünelim. Grupta sadece bir tek kişide su bulunsun diğerleri ise son derece güçlü kuvvetli, gayretli vs olsun. Sonuçta bu yolculukta herkes elinde suyu bulundurana muhtaç olacaktır. Eğer aralarında bir yarış olsa idi diğerleri ne kadar gayretli ve çalışkan olursa olsun yarışı her zaman elinde suyu tutan kazanacaktır.
Aynen örnekte de olduğu gibi paranın stok-lanması onu hem asli görevinden uzaklaştırıyor, hem de reel ekonominin üzerinde baskın unsur haline getiriyor. Reel ekonomi tamamı ile sıcak paraya endeksleniyor, tabii ki nakiti elinde bulunduran irade bütün ekonominin kontrolünü ele geçirmiş oluyor.
Bugün dünya ekonomisi üzerinde söz sahibi olanlar üretim tesisleri olanlar değil kasasında nakit parası bulunan global tefecilerdir. Burada kendi parasını dünyada konvertibl yapan ülke ise bütün diğer ülkeler, üzerinde söz sahibidir.
Paranın stoklanmasının bir diğer zararı ise sahip olacağı nominal değerinin üzerindeki izafi değerden kaynaklanmaktadır. Para ile para kazanan bir kimse örneğin 1000 YTL karşılığı yılda 250 YTL kazandığında elindeki para miktarı 1250 YTL' ye çıkaracaktır. Paranın emeğin ve buna bağlı üretimin karşılığı olduğu düşünüldüğünde para ile para kazanılırken piyasada toplam üretim artmamakta ama parayı elinde tutanların sahip olduğu miktar artmaktadır.
Örneğin piyasadaki toplam mal miktarının 100 kalem olduğunu düşünelim başta 1000 YTL' ye sahip olan sermaye sahibi bu 100 birim maldan 10 tanesine sahip iken sonuçta parası arttığı için sahip olabileceği mal miktarı artacak ancak diğer taraftan toplumun diğer kesiminin var olan üretimden elde edeceği pay ise azalacaktır.
Eğer bu parayı satan kişi bunu devlete satmışsa devlet bunu ödemek için toplumun diğer kesiminden topladığı vergileri faize aktararak hem gelir transferine sebep olacak, hem de topluma sunması gerektiği hizmeti sunamayacaktır. Bugün ülkemizdeki bütçe yapılarına bakıldığında faiz dışı fazla adı ile toplanan vergilerin rantiyeye aktarıldığı buna mukabil her geçen gün yatırım, sosyal ve cari harcamaların kısıldığı görülecektir.
Eğer parayı satan kişi bunu ikinci bir şahsa satmışsa bu şahsın gelirini faiz oranı kadar kendisine transfer edecektir. Kapitalist anlayış parayı bir mal gibi görmektedir. Nasıl ki ev sahibi evini kiraya verdiğinde kiracısından kira almaktadır, para sahibi de parasını kiraya verdiğinde karşı taraftan belli bir kira almalıdır denmektedir. Evin kiracıya sunduğu hizmet onun işlevinden kaynaklanmakta dolayısı ile kira olarak ödenen para bu hizmete karşılık olmaktadır. Faiz olarak verilen para ise paranın zatına ait olmayıp piyasada bulunmamasından dolayı üzerine yüklenen izafi değerden kaynaklanmaktadır. Eğer para herkesin ulaşabileceği şekilde piyasada olsa idi hiç kimse paraya faiz vermek zorunda kalmayacaktı.
Özetle paranın stoklanması toplumun diğer kesiminden parayı elinde tutanlara gelir akışına sebep olurken, sermaye sahipleri hem ellerindeki paranın miktarının artmasından, hem de toplumun diğer kesiminin sahip olduğu para miktarının azalmasından dolayı oransal olarak var olan gelirden daha fazla pay almaya başlayacaklardır.
Bugün ekonomilerin en ciddi hastalıklarından biri olan gelir dağılımındaki dengesizliğin sebeplerinden biri de budur.
Nisan 2005 yılı sonu itibariyle Türkiye Hazinesinin iç borcu 236. 185 Katrilyon TL idi. Oysa fazla değil 2003 yılı başında borcu sadece 149. 870 Katrilyon TL' idi. Hazinenin özel kesime olan borçları ise 2003 yılı başında sadece 70. 763 Katrilyon TL iken Nisan 2005'te bu borç 154.501 Katrilyon TL'ye çıkmıştır. 30 ay içerisinde % 120 artmıştır (17).
Acaba Hazinenin borçlu olduğu bu kesim, bu miktarda bir parayı üretim veya ticaretle mi elde etmiştir. Elbette hayır.
Hükümet DÎBS senetleri çıkararak para basmakta ancak bu para üretime değil sadece rantiyenin eline gitmektedir. Basılan bu paranın karşılığı üretim olarak ortaya çıkmadığı için piyasada bulunan para karşılıksız bir paradır. Hükümet de talep enflasyonundan çekindiği ve zaten bu borcu ödeyecek gücü olmadığı için sürekli olarak faizle bu parayı yeniden piyasadan çekmekte ve yarayı büyütmektedir.
Sonuçta hem vatandaşın gelirleri vergiler kanalı ile bu kesime aktarılmakta böylelikle gelir dağılımında büyük bir uçurum oluşturulmakta, hem de devlet her geçen gün daha da büyük bir borç batağının içerisine çekilmektedir.
Faizin yaptığı tahribatlardan biri de talep daralmasına sebep olmasıdır. Bunun sonucu ortaya çıkan hastalık deflasyondur. Faizin talep daralmasına neden olması birkaç şekilde olur.
Yukarıda anlattığımız gibi gelir dağılımında meydana gelen bozukluk zaman içerisinde toplumun ciddi bir kısmının tüketme kabiliyetini yitirmesine neden olur.
Faiz ödemeleri için vergileri arttırmak zorunda kalan hükümet vatandaşın cebinde bulunan parayı piyasadan çekerek hane halklarının tüketim harcamalarını kısar.
Öte yandan faiz ödemelerinden dolayı kamu harcamaları da kısıldığından piyasada ciddi bir talep eksikliği yaşanır. Ayrıca faiz ile birlikte cebinde parası olan da parasını bankaya yatırdığı için piyasada dolaşan para miktarı iyice azalır. Sonuç deflasyondur. Bir taraftan maliyet enflasyonu diğer taraftan deflasyon aynı anda olduğunda stagflasyon ortaya çıkacaktır.
Üretim ile para kazanma mantığının temeli "kazan kazan"dır. Çünkü siz üretim veya ticaretle para kazanırken birçok insan için iş imkanı oluşturmakta, sadece kendinizi değil diğer bireyleri de gözetip kollamaktasınız. Ama para ile para kazanıyorsanız bu "kazan kaybet" üzerine kuruludur. Çünkü bir taraf kazanırken diğer taraf zarar etmektedir.
Para ile para kazanma anlayışı yeni iş sahaları açmadığı için talebi arttırmamakta, diğer taraftan da var olan gelirin rantiyeye aktarılması sonucu piyasadaki talebi kısmaktadır.
Örneğin siz %20 ile paranızı bankaya sattınız. Banka da bunu üreticiye kredi olarak %30 ile sattı, üretici de bunu mamule fiyat artışı olarak yansıttı.
Sizin satın alma gücünüz ve buna bağlı talebiniz artmış gibi gözükse de sonuçta sizin cebinizdeki paranın reel değeri düşecek ve piyasa talebi buna paralel olarak azalacaktır.
Faizin yaptığı tahribatlardan biri de işçi ücretleri üzerinde olmaktadır. Faizle para alan üretici bunu mamule yansıtmak zorundadır.
Ancak diğer taraftan faizle piyasadan çekilen para gelir dağılımını bozduğu ve piyasada olmayan para tüketimi kıstığı için ortaya çıkan talep daralmasından dolayı üretici bir karar vermek zorunda kalır.
Eğer bu artışı tam olarak mamule yansıtsa zaten talep olmadığı için hiç mal satamayacak ve batacaktır. Eğer hiç yansıtmasa ürettiğinin belki de altında satmak zorunda kalacak yine batacaktır. Veya faiz oranlarını fiyata yansıtacak ancak diğer üretim maliyetlerinden ve kısmen kârından kesintiye giderek fiyatların faiz oranlarından daha az artmasını sağlayacaktır.
Diğer üretim maliyetlerinden en kolay aşağıya düşürülecek olan da işçi ücretleridir. Çünkü yeterli işgücü talebi olmadığı için işçi ücretlerini belirlemede taraflar arasında işveren daha ağırlıklı söz sahibidir.
Karl Marks kendi görüşlerini açıklarken "artık değer" kavramını ortaya atarak işverenin elde ettiği kârın işçinin emeğinden çalınan artık bir değer olduğunu ifade etmiştir(18).
Halbuki kâr işverenin hem emeğinin hem de koyduğu sermayesinin karşılığıdır. Asıl burada artık değer olan faizdir. Faizi zararsız olarak gören Marks işverenin kârını işçinin emeğinin artık değeri görmüştür.
Ancak artık değer karşılığı olan faizin ta kendisidir. Çünkü faiz ister istemez işçinin alınterinde kesintiye sebebiyet verecek böylece hem işçinin alınteri-nin bir kısmı hem de işverenin kârının bir diğer kısmı parayı satan iradeye aktarılmış olacaktır.
İlk bakışta birbirlerinden farklı iki kutupmuş gibi gözüken kapitalist ve sosyalist anlayışların her ikisi de faizi sistemlerinin merkezine oturtmaktadır. Sosyal adalet madem gelir dağılımındaki dengeyi elde etmekten geçer, bunu bozan faiz mekanizmasını da devredışı bırakmak herhalde bu yolda atılacak en ciddi adımdır.
Kapitalist anlayışın ana hatları ile iki ayağı söz konusudur. Birincisi klasik anlayış veya çağdaş versiyonu ile monetarist yaklaşım. Diğeri de likidite tercihi görüşünün sahibi Keynes modelidir. Klasik anlayışı temellendirirken Adam Smith ekonominin kendi kendine dengede olacağına inanıyor, her arzın kendisine denk bir talep oluşturacağını düşünüyordu(19). Biz bunun yanlışlığını değişik vesilelerle izah ettik.
Adam Smith'in kafasındaki bu hayali dengeyi sağlayabilmesi için, elde edilen gelirin tamamının tüketime aktarılması gerekmekte idi. Îşte klasik anlayışta yapılan tasarrufların yatırım harcamalarına dönüşmesini sağlayan mekanizmanın adı faizdir.
Yani klasik anlayışa göre tasarruf ile yatırım arasındaki bağ ancak faiz ile kurulabilmektedir.
Çağdaş ifadesi ile ödünç verilebilir fonlar teorisine göre yatırım için ihtiyaç duyulan sermaye tasarruflarla oluşturulmuş fonlar aracılığı ile tabii ki belli bir faiz oranı karşılığında sağlanmaktadır.
Klasik anlayış, sistemini işletebilmek için, kendi mantığına göre faizi, yatırım ile tasarruf arasına oturtmuştur. Elbette sonuç tam bir hüsrandır.
Kapitalist anlayışın diğer yaklaşımı; Keynes'e ait olan, para arzı ile para talebi arasındaki dengeyi faiz ile sağlayan likidite tercihi anlayışıdır(20). Başka bir ifade ile ihtiyaç duyulan yani talep edilen paranın karşılanması için belli bir faiz oranına ihtiyaç vardır.
Dikkat edilirse her iki yaklaşımın da temelinde aynı mantık vardır. ihtiyaç duyulan paranın karşılanması ancak belli bir faiz oranı ile mümkün olmaktadır. Yani piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın -ister buna siz yatırım deyin ister para talebi deyin- karşılanması ancak maliyetli para ile olmaktadır.
Bu anlayışın neticesi olarak Merkez Bankası'nın piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı piyasaya sürmesine şiddetle karşı çıkan kapitalist anlayış aynı ihtiyacın özel bankalar üzerinden faizli para ile karşılanmasını desteklemektedir.
Merkez Bankası'nın piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı karşılamasına enflasyon olur düşüncesiyle karşı çıkanlar aynı miktarda paranın özel bankalar tarafından kaydi para üretilerek faizli olarak karşılanmasına destek olmaktadır.
Diyelim ki siz devlet olarak bir yere okul yapacaksınız bunu kendi emisyonunuzla karşılamak yerine yurt dışından veya içeriden faizle para alarak bu okulu yaptırıyorsunuz.
Kapitalist anlayışın ekonomi teorisi adı altında söylediği faizli paranın enflasyona yol açmayacağıdır. Ancak aynı miktarda faizsiz paranın Merkez Bankası kanalı ile karşılanması durumunda ise enflasyon meydana gelir. Adeta maliyetli parayı gören enflasyon sesini çıkarmıyor ama ne hikmetse yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden ayağa kalkıyor.
Bu mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş ülkeler kalkınmaları için ihtiyaç duydukları finansmanları kendi emisyonları üzerinden sıfır maliyet ile karşılama yerine faizle bu sermayeyi elde etme yoluna gitmiştir. Netice olarak kalkınmaya çalışırken kendilerini kısa bir zaman sonra büyük bir borç batağının içinde bulmuşlardır.
Bir diğer konu da verimlik meselesidir. Paranın bloke edilmesi sadece paranın belli ellerde bulunmasına sebep olduğu için isteyen herkes kendi kabiliyetini ortaya koyacak sermayeye sahip olamamaktadır.
Üretim bu paraya maliyetini ödeyerek ulaşanlar tarafından yapılabilmektedir. Yani siz faizini ödemeye razı olsanız bile eğer belli bir teminat gösteremezseniz mesela 1 trilyon lira para alamazsınız.
Bu durumda siz çok çalışkan ve çok başarılı bir sanayici ve tüccar olabilecekken günümüz şartlarında iş bulmakta bile zorlanacaksınız. Bu şuna benzer babadan oğula geçen krallık sistemi mi daha verimli bir sistemdir, yoksa demokratik sistem mi?
Birinci şıkta, ne kadar kabiliyetli olursanız olun, eğer siz kralın oğlu değilseniz başa geçemezsiniz; aynen bu şekilde günümüz şartlarında siz belki dünyanın en başarılı iş adamı olacakken bu sermayeden mahrum kaldığınız için kendinize iş bile bulamayacaksınız.
Dolayısı ile faiz ile bloke edilen sadece piyasada dolaşan para değil aynı zamanda milletin kabiliyetidir. Parayı özgürlüğüne kavuşturmak gizli olan bu kabiliyetleri açığa çıkaracağı için ekonomilerde verimliliği arttıracaktır.
Esasında faiz, sadece faiz verene değil aynı zamanda faiz alana da zarar vermektedir. Çünkü zaman içerisinde piyasa dengelerini bozan faiz piyasa aktörlerinin tamamını etkileyecek bir çarpık yapılanmayı da beraberinde getirmektedir.
Bugün dünyayı haraca bağlayan global sermaye adeta kendi bindiği dalı kesmiş, dünya halklarının fakirleşmesi diğer mutlu azınlık için de bir felaket olmuştur. Bu çarpık yapılanmanın sonucu artık dünya ekonomileri hem ürettikleri mala pazar bulmakta zorlanıyor, hem de toplam üretimin kat kat fazlası para yeryüzünde bulunuyor.
Milli Ekonomi Modeli'miz faizi tamamı ile sistemin dışında tutmaktadır. Böylelikle para özgürlüğüne kavuşturulacak, hem gelir dağılımında denge sağlanacak, hem de üretimin önündeki engeller kaldırılacaktır. Paranın piyasaya sunuluşu tamamı ile maliyetsiz bir şekilde sağlanacağı için ne enflasyona zemin hazırlanacak, ne de para faizle piyasanın dışına çekildiği için talep daralması ve onun sonucunda deflasyon ile karşılaşılacaktır.
17- Hazine Müsteşarlığı, iç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı,
18- K. Marx, Kapital, c. III, kısım 1, s. 56
19- Bkz. İktisat'ın Dama Taşları, II, 2002, İÜ iktisat Fak. Mez. Cem; Doç. Dr. Burak Atamtürk, Klasikler ve Adam Smith
20- Prof. Dr. M.Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, s. 123, 2.b. istanbul, Filiz Kitabevi,1999.