Hemen şunu başta ifade etmek gerekir ki faiz bir hastalıktır. Ekonomilerin dengesini bozan ve sermayenin belli ellerde tekelleşmesine yol açmak sureti ile sosyal adaletin gerçekleşmesine mani olan iktisadi bir yaradır (15).
Ayrıca, günümüzde ortaya çıkan resesyon, stagflasyon, deflasyon, enflasyon, işsizlik gibi bir çok hastalığın ana kaynağı yine faizdir.
Her şeyde olduğu gibi ekonomilerde de hedef piyasanın denge konumunda bulunmasını sağlamaktır. Birazdan ifade edeceğimiz üzere faiz, yapısı gereği bu dengeyi bozan veya sağlanmasına engel olan mekanizmadır.
Üretim ve tüketim için herkesin cebinde olması gereken para, faiz ile birlikte piyasada halkın arasında serbestçe dolaşamamakta ve belli ellerde stoklanmaktadır.
Paranın esaret altında olduğu ekonomilerde para vazifesini ifa edemediğinden dolayı ekonomileri dengeye getirecek veya dengede tutacak üretim ve tüketim mekanizmaları işleyememektedir. Dolayısı ile yukarıda isimlerini verdiğimiz birçok ekonomik hastalık ortaya çıkmaktadır.
Dünyada toplam üretim ve ticaret hacminin çok üstünde bir para, faiz geliri elde etmek üzere piyasalarda dolaşmaktadır. Başta kalkınmakta olan ülkeler olmak üzere dünya ülkelerinin birçoğu belli başlı birkaç sermaye grubu tarafından adeta haraca bağlanmış durumdadır. ilk başta yatırım ve üretim yapmak için bu sermaye gruplarından faizle para alan ülkeler, zaman içerisinde önce aldıkları parayı ödemek, sonra da aldıkları paranın faizini ödemek için tekrar para almak zorunda kalmıştır. Gelinen bu noktada ise ülkemizde de olduğu gibi toplanan vergiler halka hizmet etmek yerine bu global birkaç rant grubu ve onların yerli taşeronlarına aktarılmasına rağmen borçlar her geçen gün katlanarak artmaktadır.
Faizle alınan bu paralar ülke ekonomilerinin tamamı ile belli başlı yabancıların kontrolüne geçmesine yol açmaktadır. Artık bu ülkeler için hem ekonomide, hem de siyasette bağımsızlıktan bahsetmek mümkün değildir.
Faiz, dünya insanlığına üretenin, çalışanın, emek verenin değil, oturduğu yerde para ile para kazananın avantajlı olduğu bir model sunmuştur. O yüzden faiz, toplumları üretimden uzaklaştırmış böylece reel değil sanal ekonomik büyüklükler ortaya çıkmıştır.
Faizin ekonomilerde yaptığı tahribatları birkaç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar sırası ile; parayı stoklaması, maliyetleri arttırması, talebi daraltması, işçi ücretlerini aşağıya çekmesi ve nihayet verimliliği düşünmesidir. Teker teker bu tahribatları ele almaya faizin maliyetleri arttırmasından başlayabiliriz.
Üretici veya pazarlamacı ister yatırım için ister üretim veya pazarlama için elde ettiği paranın maliyetini ürettiği ürüne veya hizmete yansıtmak zorundadır. Bu da maliyet enflasyonuna sebep olacaktır. Yani faiz oranları arttıkça fiyatlar genel düzeyi de maliyetlerden dolayı artacaktır.
Kapitalist anlayışa göre ise tam tersi olmalı idi, artan faiz oranlarının tüketimi dolayısı ile fiyatlar genel seviyesini aşağıya çekmesi gerekirdi.
Ancak yapılan ampirik araştırmalar bunun böyle olmadığını bir çok ülkede faiz oranları arttıkça fiyatlar genel seviyesinin de arttığını göstermiştir. Gibson paradoksu (16). olarak ifade edilen bu durumu izah ederken Fisher ve Wicksell enflasyon beklentilerinin veya konjonktürel fiyat artışlarının faizleri yukarı çektiğini iddia etmektedir.
Oysa fiyatlar genel düzeyi ile faiz oranlarının aynı anda artmasının sebebi yukarıda da ifade ettiğimiz üzere son derece basittir. Paranın maliyetli hale getirilmesi, üretilen mamüllerin maliyetlerini dolayısı ile fiyatları yukarı çekmektedir.
Dikkat edilirse enflasyon faiz oranlarını değil tam aksine faiz oranları (maliyetli para) üretim maliyetlerini yani enflasyonu yukarıya çekmektedir.
15- Prof. Dr. Haydar Baş, Mektûbât, s. 253-257; Prof. Dr. Haydar Baş, iman ve insan, s. 238-241
16- Visser H., The Quantity of Money, s.143,146, 1974