Milli Ekonomi Modelinde İnsan
İnsan, ekonomi politikalarının hem hedefi, hem de konusudur. Ekonomi politikalarının gayesi insana daha yaşanabilir, daha rahat bir dünya sunmaktır. Elbette politikaların istenilen neticeler vermesi muhatabın doğru tanınmasına bağlıdır. İnsanı yanlış tarif eden bir ekonomi modelinin doğru neticeler elde etmesi mümkün değildir.
Maalesef bilinen ekonomi modelleri, kendi sistemlerine uygun bir insan tarifi yapmışlardır. Mesela kendi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarma amacı güden homo economicus (iktisadi insan) kapitalizmin modelini üzerine inşa ettiği insandır(11).
Yapılması gereken; insanın doğasından kaynaklanan, gerçek özelliklerinden yola çıkarak onu tatmin edecek bir ekonomi modelini hayata geçirmek olmalı idi. Milli Ekonomi Modeli'ni izah ederken, işe "önce insan"ı tarif ederek başlayalım.
Öyleyse ekonomiyi ilgilendiren yönüyle insan nedir? Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır.
Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür(12).
Ancak şu ana kadar, insanın ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Haddi zatında sınırsız olan kaynaklardır. Sınırlı olan ise ihtiyaçlardır.
İnsanın ihtiyaçlarının sınırlı olmasına ve bu kadar sınırsız kaynak bulunmasına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir kısmının açlık çekiyor olması şu ana kadar uygulanan ekonomi modellerinin ve politikalarının inanılmaz yanlışlar içermesinden kaynaklanmaktadır.
Gerçek olan şudur ki; insanın yemek, içmek, ısınmak, giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık olmayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken; bu ihtiyaçlarını karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce, hatta binlerce bilinen ve bilinmeyen kaynak mevcuttur.
Kapitalist ekonominin kuramcıları, -başta Malthus gibi karamsar ekonomistler olmak üzere-"ihtiyaçları sınırsız, kaynakları sınırlı" gördükleri için nüfusun belli bir oranda tutulmasına gayret göstermişler, böylece doğum kontrolleri bu ekonomi modellerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır(13).
Yine sömürgeci ülkeler de, kaynakların sınırlı olduğu yanılgısından yola çıkarak, bu kaynakların dünya insanlığına yetmeyeceği sonucuna varmış ve bunları kendi kontrollerine almak için dünyayı kana bulamışlardır. Elbette sömürgeciliğin tek sebebi bu değildir, ancak bu anlayışın kökleri kaynakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu yanılgısına dayanmaktadır.
Temel prensip olarak üretimi karşılayacak talebin oluşturulması ve yoğunlaşması hedefine kilitlenmesi gereken ekonomi modelleri, tam tersi bir yaklaşımla çözümü talebin kısılmasında görmüşlerdir. Neticede insanlık adeta varlık içinde yokluk çekmiştir.
İnsanla ilgili bir diğer konu da bireylerin davranışlarının hangi şartlarda ve ne derecede toplum çıkarlarına katkıda bulunabildiğidir.
Acaba tamamı ile serbest ve kuralsız bırakılan bireyler ekonomiyi hangi şekilde etkiler? Ekonominin ilerlemesine mi katkıda bulunur, yoksa ekonominin dengelerinin bozulmasına mı neden olur?
Gerek canlı, gerekse cansız varlıklar olsun hepsinin bağlı olduğu bazı kurallar vardır. Bir sabah kalktığımızda Ay'ın başka bir yörüngede dönmeye başladığını görmemiz mümkün olmadığı gibi, koyunun ot yerine et yediğini görmemiz de mümkün değildir. İster canlı, ister cansız varlıklar olsun insan dışındaki varlıkların tamamı belli kurallar çerçevesinde mükemmel bir düzen içerisinde ömürlerini sürdürürler. Tabiatta, insanın müdahil olmadığı olaylarda mükemmel bir nizam olduğu doğrudur. Ancak bu kuralı, söz konusu insan olduğunda aynen alıp uygulamak son derece yanlıştır.
Çünkü insan bütün bu varlıklar içerisinde irade ve tercih sahibi olan tek varlıktır. Bir elektron kendi tercihini kullanarak yönünü değiştirip çekirdeğe çarparak bir nükleer patlamaya neden olmaz ama her insan, her zaman tercihini hem kendi yararına, hem de toplumun yararına kullanabilir mi?
Bütün insanlar için buna evet demek elbette mümkün değildir. İstisnalar da kaideyi bozmaz. Özellikle toplumun çıkarları ile kişisel çıkarların çeliştiği ortamlarda bireylerin tercihlerini toplumdan yana kullandıkları nadiren karşılaşılan bir durumdur.
Akşam herkesin evine erken gitmek için acele etmesinin akşamki trafik sıkışıklığının en büyük sebebi olduğu bilinen bir gerçektir. Veya bir kargaşa anında herkesin bir noktaya hücum etmesiyle ortaya çıkacak olan sıkışıklık kaçınılmazdır.
Kâinatta nasıl bir doğal denge varsa, insanı ilgilendiren konularda, insan davranışları müspet manada yönlendirilmediğinde birey ile toplum çıkarları arasında da bir o kadar uyumsuzluk söz konusudur. Dikkat edilirse toplumsal hayatta en basit olaylarda bile bireyin hayatını düzenleyen gerek hukuki, gerekse ahlaki birçok kural vardır. Bir apartmanda bile canımız istiyor diye radyonun sesini sonuna kadar açamayız.
İnsanların bazen verdikleri kararlarla kendilerine bile zarar verdiği bilinen bir gerçektir. İşte uyuşturucu ve kumar bağımlısı insanların hayatı ortadadır. Kendisine bile zarar verebilen insanın toplumsal olaylarda her zaman toplumun yararına adım atacağını söylemek herhalde işin doğasına aykırıdır.
Liberal anlayışlar, insan ile eşyayı birbirine karıştırarak, eşyanın tabiatındaki dengenin insan için de geçerli olduğunu zannetmişlerdir. Ancak yaratılışı itibarı ile insan kendi içerisinde sürekli bir mücadele ve değişim içerisindedir.
Bu mücadelede eğitilmesi gereken insan aksine tamamen başıboş bırakıldığında, kendi çıkarından başka hiçbir ölçü tanımayacağı için çok rahatlıkla banka hortumlayabilir, devleti soyabilir, kendi adamını da kayırabilir, hatta insanlar açlıktan ölse bile elindeki gıda ürünlerini daha pahalıya satmak için bunları stok edebilir.
Bugün liberalizm adına insana tanınan sözde serbestlik, beraberinde toplumun büyük bir kesiminin hem mağdur edilmesine, hem de yolsuzluk ekonomisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İşin bir başka noktası da, liberalizmden yola çıkarak piyasalar için en uygun anlayışın tam serbestlik olduğunu savunanlar, söz konusu kendi çıkarları olduğunda birçok yasağı hayata geçirirler. Liberalizm adına bugün Türkiye'de tarım ürünlerine getirilen yasaklar, Merkez Bankası'nın hazineye borç vermesine getirilen yasaklar, yerli üretime verilen desteklemelere getirilen kısıtlamalar ve daha yüzlercesi yazılabilir. Öyleyse yapılması gereken serbest piyasa adı altında toplumu birkaç kişinin kontrolüne terk etmek yerine, toplumun her ferdini koruyup kollayan bir ekonomi modelini hayata geçirmektir.
Güçlünün karşısında zayıfın korunmadığı bir ortamda, sonuçta tüm ekonominin zarar görmesi kaçınılmazdır. Dikkat edilirse monopol (tekel) piyasalarda istenilen verimin elde edilememesinin sebebi de bireysel tercihlerin toplumsal çıkarların önüne geçmesidir.
11- Bkz. A. Smith, Milletlerin Zenginliği
12- Prof. Dr. Haydar Baş, iman ve insan, s. 128
13- Prof. Dr. Rona Turanlı, Malthus'un Nüfus Kuramı ve A.G.Ü., s.31